Büyük Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri

Katılım
22 Mayıs 2025
Mesajlar
3
Tepkime puanı
2
Konum
Asgard

NMTDYeniBanner-1.webpATATÜRK İLKELERİ VE BÜYÜK TÜRK DEVRİMİ

Atatürk İlkeleri


Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini ayarlamak üzere izninize ihtiyacımız olacak.
Daha ayrıntılı bilgi için çerezler sayfamıza bakın.


Atatürk.webp

Atatürk-Samsun.webp Atatürk-Ulus.webp Atatürk-İzmir.webp
(Alıntıdır)
1. Cumhuriyetçilik:
cumhuriyet.webp
Atatürk, Samsun'a ayak bastıktan sonra vatanımızı düşmanlardan korumaya ve iktidarı halkın elinden alacak bir hükümet kurmaya çalıştı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Türk devrimlerinin en önemli üssü Cumhuriyet'tir (29 Ekim 1923). Cumhuriyetçilik, Kurtuluş Savaşı'nın başından beri ihaneti kınanan Saltanat yönetimine karşı Türk milletinin tepkisinin bir sonucudur. Cumhuriyetçilik ise popülizme dayalı bir demokrasinin milliyetçilik kavramıyla birleşmesi ve laiklik harcıyla iç içe geçmesinden doğan bir yönetim anlayışıdır. Atatürk, "Türk milletinin doğasına ve gelenek ve göreneklerine en uygun hükümet biçimi, Cumhuriyet hükümetidir" dedi. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyeti, devrimler ve ilkeleri arasında önemli bir yer tutan Türk gençliğine emanet etmiştir.
Ayrıca 1982 Anayasası'nın 1. maddesinde "Türkiye Devleti cumhuriyettir" denilmekte ve Devletimizin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğu güvence altına alınmaktadır.



2. Ulusçuluk (Milliyetçilik):


türkçülük.webp
Ulus toplumun bir aşamasıdır. İnsanların oluşturduğu birlik, bir milletin özelliklerini kazanmadan önce birçok aşamadan geçmiştir. Millet, toplumun son aşamalarından biridir.

İlk zamanlarda Türkler, Türklerin milliyetçi bilincinden ziyade ata gruplarına, boylarına ve ait oldukları kavimlere bağlı kaldılar. Sekizinci yüzyılın başlarında Göktürkler, "Orhun yazıtlarında" "budun" kelimesiyle ulus kavramını bilinçli olarak ölümsüzleştirmişlerdir.

Bir toplumun millet olabilmesi için tarih, dil, kültür ve duygularda birleşmiş, ülkenin maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan insanların olması gerekir. Milletin bugün yaşayan kısmına halk denir. Bir millette tek bir halk vardır. Milleti bir ırk olarak tanımlayamayız. Irk, genetik özelliklere, kan gruplarına, renklere ve vücut yapısının bazı özelliklerine dayanan bir kavramdır. İnsanlığın içinde bulunduğu evrede bu kavramın milletin yerini alması mümkün değildir. Ayrıca Dünya üzerindeki insanlar ve insan toplulukları, savaşlar, göçler, ticaret, kültürel alışverişler ve daha birçok toplumsal hareket ve ilişki gibi nedenlerle binlerce yıldır karışmakta ve kaynaşmaktadır. Kabile ulus anlamına bile gelmez. Aslında kabilede ortak bir tarih bilinci uyanmadığı gibi, kendine ait bir kültür de ortaya çıkmadı. Bu bağı oluşturan insanlar arasında dil ve köken bağları vardır. Ümmet sadece dini bir varlıktır. Eğer ümmet bir millet anlamına geliyorsa, aynı dine mensup Türkler, Araplar ve İranlılar tek bir millet olarak kabul edilmelidir. Ayrıca din ve geçmiş bakımından birleşmiş toplumlar da var ama millet olarak farklılıklar var.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk milliyetçiliği fikri gelişmemiştir. Devletin yapısı dine dayalı olduğu için Türk halkı kendisini ümmet olarak görüyordu. Öbür taraftan imparatorluğu oluşturan Türkler dışındaki topluluklar da özellikle on dokuzuncu yüzyılın başından başlayarak kendilerini bağımsız bir millet olarak görmeye başlamışlardır.

Bu, milliyetçi hareketin genişlemesiydi. Devlet içindeki her azınlık kendisini bağımsız olan bir millet olarak görmeye başladı. Türk olduğumuz gerçeğini bile saklıyorduk.
Milliyetçiliği temel ilke haline getiren Atatürk, Yıldırım Ordular Grubu komutanı olduğu için her seferinde "Türk Milleti" ifadesini kullanmıştır. İster Amasya Deklarasyonu, ister Erzurum ve Sivas Kongreleri olsun... Saray ve Babıali ile birlikte "teslimiyet", "Millet-i İslamiye", "Memalik-i Osmaniye", "Subjekte-i Osmaniye" gibi sıfatlar tarihe geçmiştir. Bu ifadelerin yerini Türk Ulusu ve Türk Vatandaşlığı almıştır.

Mustafa Kemal'de ifade edilen Türk milliyetçiliğinin temel ilkeleri şöyle özetlenmelidir: a- "Misak-ı Milli sınırları içinde bütünleşmiş bir vatan ve Türk'ün toprak konusunda kaldırabileceği maksimum fedakarlık derecesini gösterir.”
b- Atatürk anti-emperyalist bir milliyetçidir. Kötülüğe ve ulusların özgürlük ve bağımsızlığının yabancılar tarafından zorlanmasına yöneliktir.
c- Atatürk'ün milliyetçiliği, imparatorluğu başka şekillerde ayakta tutacak ırkçılığa ve ütopik inançlara yöneliktir.
d- Atatürk'ün milliyetçiliği insanlıktan ve medeniyetten yanadır.
Bu özellikleriyle Atatürk milliyetçiliği, milliyetçiliği reddeden, inkâr eden ve tasfiye etmeyi amaçlayan her türlü ideolojiye yönelmiştir.
Atatürkçüler, Türk vatanlarına yerleşen ve Türk vatandaşı olan insanları azınlık olarak görmezler. Atatürkçüler, ırk veya din ayrımcılığının sonucu olan sıfatları kullanmamalıdır. (*)
Sevgili M.K. Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene!" sözü aslında Türk doğmayabilir fakat kendini Türk hisseden herkes Türk'tür. Karşıyakalıların dediği gibi: "Karşıyaka'lı doğulur, Karşıyakalı olunur!" gibi…:)

3. Laiklik:


laiklik.webp
Laiklik, yani din ile Devlet işleri arasındaki ayrım, dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde anlaşılmalıdır. (*)
Laiklikte tam anlamıyla devlet her zaman din işleri dışında yönetilir ancak devlet dinsel yapıları korur, dini kuruluşları ve dini inançları destekler. Laikliğin en geniş anlamıyla, devlet işleri her zaman din işlerinden ayrıdır, ancak bu durumda devlet dine yardım etmez, dini geliştirmek ve korumak için herhangi bir çaba göstermez. Kesinlikle dinsizlik uygulaması değildir. Dini örgütlere ve din adamlarına yönelik devlet baskısının laiklikle hiçbir ilgisi yoktur.

Türk İnkılâbı'nda laikliğe giden yolda ilk adım şüphesiz saltanatın kaldırılmasıydı (1 Kasım 1922). Saltanatın kaldırılınca ve Osmanlı hanedanının yurt dışına gönderilince boş kalan halifelik kurumunun gücü büyük ölçüde azaldı. Böylece siyasi ve dini gücü parçalayan kurum, arkasında zayıflamış bir halifelik bıraktı. İkinci aşama halifeliğin kaldırılmasıydı (3 Mart 1924). İstanbul'un zaten zayıflamış olan hilafetinin kaldırılmasıyla birlikte, gericilerin ve muhafazakârların devrimin ilkelerine karşı direnişi ağır bir darbe aldı. Üçüncü aşama, şeriatın ve vakıf temsilcilerinin kaldırılmasıydı (3 Mart 1924).
Dinin yerine getirilmesiyle ilgili diğer devlet kurumlarının işlerini denetledi. Laiklikle çelişen bu durumu düzeltmek için Şeriat Bakanlığı kaldırılıp onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Sekülerleşme alanındaki bir sonraki adım, tevhit-i tedrisat'ın, yani eğitimin birleştirilmesinin getirilmesiydi (3 Mart 1924). Bunun sonucunda farklı lokasyonlara bağlı olan ve din eğitimi veren kurumlar devlet kontrolüne getirilerek Milli Eğitim Bakanlığı'nın yetki alanına girmiştir. 10 Nisan 1928'de camilerde okunan hutbe Türkçe'ye çevrildi ve "Türk devletinin dini İslam'dır" maddesi anayasadan çıkarıldı. 1930'larda kadın hakları laik bir düzeye yükseltildi ve onlara yerel seçimlerde oy kullanma hakkı tanındı. 1934 yılında Türk kadınına (8) seçme ve seçilme hakkı verilip tanınmış, kadın-erkek ayrımcılığı kaldırılmış ve kadınlarımızın laik Türkiye'de yerlerini almasıyla hukuk alanında laiklik tamamlanmıştır. 5 Şubat 1937'de Anayasa'nın 1. maddesi yürürlüğe girdi. Maddeye Türk devletinin "laik" olduğuna dair bir cümle eklenmiş, 7 Nisan 1937'de "resmi devlet dini" tanımı kaldırılarak laik düşünce bütünleştirilmiştir.

4. Popülizm (Halkçılık):

Atatürk'ün halk denince anlam olarak ne anlıyordu? Onun halk anlayışını netleştirdikten sonra "popülizm ilkesi" üzerinde duracağım.
Atatürk'ün zihninde insanlar ekonomik imkanlarına göre bölünmezdi. Başka bir deyişle, sömürülen ve sömürülen arasında ayrım yapmak mümkün değildir. Ona göre insanlar sosyolojik bir kategori olamaz. Başka bir deyişle, tarihin derinliklerinden sosyal olarak toplumun gelişim evrelerinde gözlemlenen "klanlar, kabileler, kabileler, kabileler veya soylar"ın hiçbirinin zıttı olarak görülemez. Halk, yönetilen "halk" anlamına gelmez. Atatürk'ün "Medeni Bilgi" adlı el yazmasında: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran millete, Türk milleti denir." Bu tanımda halk ile milletin birleşerek bir bütün oluşturduğu açıktır. Sosyalizm veya komünizm anlayışında "halk" ve "cumhuriyet" terimleri tamamen farklı anlamlara sahiptir. Bu görüşe sahip olanlar, ulus kavramı yerine "halk", halkın hükümeti yerine "proletarya diktatörlüğü", cumhuriyet yerine rakipsiz tek parti parlamentosu ilkesini benimsemişlerdir. Bu nedenle Atatürk şöyle demiştir: "Türkiye'de Bolşevizm olmayacak. Çünkü Türk hükümetinin temel amacı halka mutluluk ve özgürlük vermektir.” Teokratik ve ümmet anlayışında da aynı kavram karmaşası var. “Özünde akıl ve müsbet ilim, milliyetçilik ve bütünleştiricilik yatan Atatürkçülük, millî ve bağımsız bir devlet kurma, yönetme ve yaşatma demektir ki; bunu Atatürk şöyle açıklamaktadır: “Arkadaşlar Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur. Tacidar yoktur, olamayacaktır. Çünkü olamaz, bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir”.”(Alıntıdır)
Kemalist görüşte halkın tek bir anlamı vardır: Türkiye tek sınıfı olan bir ülkedir ve o sınıfın adı da halktır. Ülkemizin sosyal toplumunda işbölümü ne şekilde olursa olsun, Anayasamız tüm vatandaşlarımızı kanun önünde eşit kılmaktadır. Bu konuda en iyi Atatürk'ün sözlerine bakalım: "Ülke insanlarının, farklı sınıflardan bireylerin ve fertlerin birbirlerine aynı güç ve kalitede yardımlarını görüyoruz. Herkesin yararını aynı ölçüde ve aynı eşitlik anlayışıyla sunmak istiyoruz. Bu tarzın milletin genel refahı ve devlet yapısının güçlendirilmesi için en uygun tarz olduğuna inanıyoruz. Bizim gözümüzde köylülerin, çobanların, işçilerin, tüccarların, zanaatkârların, doktorların, askerlerin ve dolayısıyla sosyal bir kurumda çalışan vatandaşların hakları, menfaatleri ve özgürlükleri aynıdır. (*)
Sonuçta Atatürkçü halkçılık, bireyin ve toplumun refahını ve mutluluğunu öngören, milli birlik ve beraberlik içinde bir yaşamı arzulayan ve devletin bu hedefe ulaşmasına yardımcı olmayı görev edinen bir popülizmdir.

5. Devletçilik:

Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Türk milleti kelimenin tam olarak yorgun, bitkin ve fakirdi. Elimizde kalan tek güç, Kuvayı Milliye'nin yarattığı yüksek ruhsal güçtü. Milli ekonomiyi sağlam temellere oturtmayı amaçlayan iktisadi devrim, Atatürk'ün düşüncesine "devletçilik" terimi altında dahil olmuş ve Atatürk'ün ilkelerinden biri olmuştur. Gazi M. Kemal Atatürk hem kılıç zaferini hem de ekonomik zaferi görüp ve analiz etmiştir. Bu nedenle Atatürk, sanayileşme merkezli bir ekonominin gelişmesini ilerletmiştir. Bu konuyu üç bölüme ayırmak mantıklıdır:

a) 1923 öncesi ekonomik durum: 19. O zamanlar Osmanlı İmparatorluğu tam anlamıyla bir yarı sömürgeydi. Cumhuriyet kurulduğunda ve Lozan'dan ayrıldığımızda 200 milyon lirayı aşan borç yükümüz vardı. 1923 yılında Türkiye'de sanayi olarak nitelendirilebilecek enstitü yok denecek kadar azdı. Küçük atölyelerde el emeği düzeyinde basit üretim sağlandı. Ülkemizin ürün ve ihtiyaç maddelerinin neredeyse tamamı (şeker, kumaş, odun, çivi ve iğne) yurt dışından satın alındı ve bir avuç para ödendi. Yer altı ve hava kaynaklarımızın farkında değildik. Kapitülasyonlar Türkiye ekonomisini tamamen felç etti. Limanlarımız arasında yolcu taşımamıza bile izin verilmedi. İçtiğimiz sigaralar, taşıdığımız tren ve tramvay, içerdiğimiz elektrik, hepsi yabancı tekelinin altına girdi.

Tarımda da büyük bir bunalım yaşandı. Zaten ilkel bir durumda olan tarımımız, savaşlarda köylü nüfusunun kaybıyla harap oldu. Yediğimiz tahılları da dışarıdan getirirdik. Görevin en acı verici kısmı, eksikliği her alanda açıkça görülen teknik personel eksikliğiydi. Elinde tükenmez hammaddeler bulunan ülkemiz, Batı emperyalizminin beşincisi haline gelmiştir. Kemalizm'in temel özelliklerinden biri bu alanda ortaya konmuştur. Atatürk, Türkiye'yi mümkün olduğunca yabancı ülkelerden izole etmeye çalıştı.

Kurtuluş savaşımız sırasında Ruslardan maddi yardım aldık. Ama gerçekte Ruslar kendi aralarında topladıkları parayı Anadolu'daki Asya Türklerine yardım etmek için sağladılar. Ancak akrabalarımızın topladığı altınlar Moskova atölyelerinde eritilerek Rus rublesine dönüştürülerek Türkiye'ye gönderildi.

b) Atatürk dönemindeki ekonomik durum: Atatürk, 17 Şubat 1923'te Türkiye ekonomisinde radikal önlemler almak için İzmir'de "Türkiye İktisat Kongresi"ni toplamıştır. Bu kongre, ülkenin dört bir yanından işçi, köylü, tüccar ve sanayicilerden oluşan 1135 delegeyi bir araya getirdi. 15 gün boyunca çalışmalarını sürdüren bu kongre, "ekonomik yemin"in sonuçlanmasıyla feshedildi.
Atatürk dönemi ekonomi politikası iki aşamada incelenmelidir. Bunlardan ilki, "popülist liberalizm ve yarı devlet müdahaleciliği" yöntemlerinin bir karışımıdır. İkincisi ise karma ekonomiye dayalı "planlı kalkınma" dönemidir ve 1932-1938 dönemlerini kapsar.

1923-1932 Dönemi: Bu dönemin ekonomi politikası, popülizmin "sınıfsız, ayrıcalıksız ve birbirine bağlı kitle" ilkesine dayanan, Kurtuluş Savaşı'nın yaralarını sarmak için kullanılan bir yöntemdir. Bu nedenle liberal taraf galip geldi, yani özel sektöre ağırlık vererek ülkeyi hızlı ve güvenli bir şekilde geliştirmek önemliydi.

1932-1938 Dönemi: Bu yıllarda devletçiliğin ekonomi politikası uygulanmış ve ekonomi hızlı kalkınma planına bağlanmıştır. "Birinci Beş Yıllık Plan" 1933 ile 1937 yılları arasında geliştirilmiş ve başarıyla uygulanmıştır. 1936'da "İkinci 5 Senelik Endüstri Planı" tamamlandı. Ancak Atatürk'ün aramızdan erken ayrılmasıyla bu strateji hayata geçirilemedi. (*)
Bugün bence uygulamamız gereken, Atatürk'ün bizzat izlediği ve meyvelerini aldığı ekonomik yoldur. Üstelik daha hızlı gelişmenin ancak kapitalist ya da sosyalist araçlarla mümkün olduğu iddiası Atatürk'ün dünya görüşüyle ve gerçeklerle çelişmektedir.

6. Devrimcilik:

Atatürk, devrimi düşünce ve eylemler açısından şöyle tanımlar:
"Türk milleti, geçmiş asırlarda kalan kurumları yıkacak ve milletin medeniyetin en yüksek taleplerine göre gelişmesini sağlayacak yeni kurumlar inşa edecektir."
Atatürk, tüm başarılarının kaynağının Türk milleti olduğuna inanıyordu. Devrimlerden "Atatürk devrimleri" olarak bahsetmekten hoşlanmamış, "Türk Devrimi" olarak düzeltmiştir (10). Atatürk bu düzeltme ile "Devrim"i çoğul olarak koymanın doğru olmayacağına, tekil olarak gerçeğe daha iyi karşılık geleceğine dikkat çekmiştir.

Atatürk'ün devrimcisi sadece Türk toplumunda bulunmaz. Atatürk'ün sorunlara bakışı, zaman ve mekân açısından düşünmenin çok ötesine geçer. Türk toplumu için bulduğu çözümler, belirli tarihsel koşulların ötesinde, tüm insan topluluklarına anlaşılabilecek ve uygulanabilecek kadar derin ve kapsamlıdır. Bu açıdan bakıldığında Türk devrimi evrenseldir.
 

Ekli dosyalar

  • NMTDYeniBanner-1.webp
    NMTDYeniBanner-1.webp
    59,2 KB · Görüntüleme: 0
  • NMTDYeniBanner-1.webp
    NMTDYeniBanner-1.webp
    83,6 KB · Görüntüleme: 0
Son düzenleme:

Ekli dosyayı görüntüle 86ATATÜRK İLKELERİ VE BÜYÜK TÜRK DEVRİMİ

Atatürk İlkeleri


Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini ayarlamak üzere izninize ihtiyacımız olacak.
Daha ayrıntılı bilgi için çerezler sayfamıza bakın.


Ekli dosyayı görüntüle 79

Ekli dosyayı görüntüle 81 Ekli dosyayı görüntüle 82 Ekli dosyayı görüntüle 83
(Alıntıdır)
1. Cumhuriyetçilik:
Atatürk, Samsun'a ayak bastıktan sonra vatanımızı düşmanlardan korumaya ve iktidarı halkın elinden alacak bir hükümet kurmaya çalıştı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Türk devrimlerinin en önemli üssü Cumhuriyet'tir (29 Ekim 1923). Cumhuriyetçilik, Kurtuluş Savaşı'nın başından beri ihaneti kınanan Saltanat yönetimine karşı Türk milletinin tepkisinin bir sonucudur. Cumhuriyetçilik ise popülizme dayalı bir demokrasinin milliyetçilik kavramıyla birleşmesi ve laiklik harcıyla iç içe geçmesinden doğan bir yönetim anlayışıdır. Atatürk, "Türk milletinin doğasına ve gelenek ve göreneklerine en uygun hükümet biçimi, Cumhuriyet hükümetidir" dedi. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyeti, devrimler ve ilkeleri arasında önemli bir yer tutan Türk gençliğine emanet etmiştir.
Ayrıca 1982 Anayasası'nın 1. maddesinde "Türkiye Devleti cumhuriyettir" denilmekte ve Devletimizin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğu güvence altına alınmaktadır.



2. Ulusçuluk (Milliyetçilik):


Ekli dosyayı görüntüle 90
Ulus toplumun bir aşamasıdır. İnsanların oluşturduğu birlik, bir milletin özelliklerini kazanmadan önce birçok aşamadan geçmiştir. Millet, toplumun son aşamalarından biridir.

İlk zamanlarda Türkler, Türklerin milliyetçi bilincinden ziyade ata gruplarına, boylarına ve ait oldukları kavimlere bağlı kaldılar. Sekizinci yüzyılın başlarında Göktürkler, "Orhun yazıtlarında" "budun" kelimesiyle ulus kavramını bilinçli olarak ölümsüzleştirmişlerdir.

Bir toplumun millet olabilmesi için tarih, dil, kültür ve duygularda birleşmiş, ülkenin maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan insanların olması gerekir. Milletin bugün yaşayan kısmına halk denir. Bir millette tek bir halk vardır. Milleti bir ırk olarak tanımlayamayız. Irk, genetik özelliklere, kan gruplarına, renklere ve vücut yapısının bazı özelliklerine dayanan bir kavramdır. İnsanlığın içinde bulunduğu evrede bu kavramın milletin yerini alması mümkün değildir. Ayrıca Dünya üzerindeki insanlar ve insan toplulukları, savaşlar, göçler, ticaret, kültürel alışverişler ve daha birçok toplumsal hareket ve ilişki gibi nedenlerle binlerce yıldır karışmakta ve kaynaşmaktadır. Kabile ulus anlamına bile gelmez. Aslında kabilede ortak bir tarih bilinci uyanmadığı gibi, kendine ait bir kültür de ortaya çıkmadı. Bu bağı oluşturan insanlar arasında dil ve köken bağları vardır. Ümmet sadece dini bir varlıktır. Eğer ümmet bir millet anlamına geliyorsa, aynı dine mensup Türkler, Araplar ve İranlılar tek bir millet olarak kabul edilmelidir. Ayrıca din ve geçmiş bakımından birleşmiş toplumlar da var ama millet olarak farklılıklar var.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk milliyetçiliği fikri gelişmemiştir. Devletin yapısı dine dayalı olduğu için Türk halkı kendisini ümmet olarak görüyordu. Öbür taraftan imparatorluğu oluşturan Türkler dışındaki topluluklar da özellikle on dokuzuncu yüzyılın başından başlayarak kendilerini bağımsız bir millet olarak görmeye başlamışlardır.

Bu, milliyetçi hareketin genişlemesiydi. Devlet içindeki her azınlık kendisini bağımsız olan bir millet olarak görmeye başladı. Türk olduğumuz gerçeğini bile saklıyorduk.
Milliyetçiliği temel ilke haline getiren Atatürk, Yıldırım Ordular Grubu komutanı olduğu için her seferinde "Türk Milleti" ifadesini kullanmıştır. İster Amasya Deklarasyonu, ister Erzurum ve Sivas Kongreleri olsun... Saray ve Babıali ile birlikte "teslimiyet", "Millet-i İslamiye", "Memalik-i Osmaniye", "Subjekte-i Osmaniye" gibi sıfatlar tarihe geçmiştir. Bu ifadelerin yerini Türk Ulusu ve Türk Vatandaşlığı almıştır.

Mustafa Kemal'de ifade edilen Türk milliyetçiliğinin temel ilkeleri şöyle özetlenmelidir: a- "Misak-ı Milli sınırları içinde bütünleşmiş bir vatan ve Türk'ün toprak konusunda kaldırabileceği maksimum fedakarlık derecesini gösterir.”
b- Atatürk anti-emperyalist bir milliyetçidir. Kötülüğe ve ulusların özgürlük ve bağımsızlığının yabancılar tarafından zorlanmasına yöneliktir.
c- Atatürk'ün milliyetçiliği, imparatorluğu başka şekillerde ayakta tutacak ırkçılığa ve ütopik inançlara yöneliktir.
d- Atatürk'ün milliyetçiliği insanlıktan ve medeniyetten yanadır.
Bu özellikleriyle Atatürk milliyetçiliği, milliyetçiliği reddeden, inkâr eden ve tasfiye etmeyi amaçlayan her türlü ideolojiye yönelmiştir.
Atatürkçüler, Türk vatanlarına yerleşen ve Türk vatandaşı olan insanları azınlık olarak görmezler. Atatürkçüler, ırk veya din ayrımcılığının sonucu olan sıfatları kullanmamalıdır. (*)
Sevgili M.K. Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene!" sözü aslında Türk doğmayabilir fakat kendini Türk hisseden herkes Türk'tür. Karşıyakalıların dediği gibi: "Karşıyaka'lı doğulur, Karşıyakalı olunur!" gibi…:)

3. Laiklik:


Laiklik, yani din ile Devlet işleri arasındaki ayrım, dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde anlaşılmalıdır. (*)
Laiklikte tam anlamıyla devlet her zaman din işleri dışında yönetilir ancak devlet dinsel yapıları korur, dini kuruluşları ve dini inançları destekler. Laikliğin en geniş anlamıyla, devlet işleri her zaman din işlerinden ayrıdır, ancak bu durumda devlet dine yardım etmez, dini geliştirmek ve korumak için herhangi bir çaba göstermez. Kesinlikle dinsizlik uygulaması değildir. Dini örgütlere ve din adamlarına yönelik devlet baskısının laiklikle hiçbir ilgisi yoktur.

Türk İnkılâbı'nda laikliğe giden yolda ilk adım şüphesiz saltanatın kaldırılmasıydı (1 Kasım 1922). Saltanatın kaldırılınca ve Osmanlı hanedanının yurt dışına gönderilince boş kalan halifelik kurumunun gücü büyük ölçüde azaldı. Böylece siyasi ve dini gücü parçalayan kurum, arkasında zayıflamış bir halifelik bıraktı. İkinci aşama halifeliğin kaldırılmasıydı (3 Mart 1924). İstanbul'un zaten zayıflamış olan hilafetinin kaldırılmasıyla birlikte, gericilerin ve muhafazakârların devrimin ilkelerine karşı direnişi ağır bir darbe aldı. Üçüncü aşama, şeriatın ve vakıf temsilcilerinin kaldırılmasıydı (3 Mart 1924).
Dinin yerine getirilmesiyle ilgili diğer devlet kurumlarının işlerini denetledi. Laiklikle çelişen bu durumu düzeltmek için Şeriat Bakanlığı kaldırılıp onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Sekülerleşme alanındaki bir sonraki adım, tevhit-i tedrisat'ın, yani eğitimin birleştirilmesinin getirilmesiydi (3 Mart 1924). Bunun sonucunda farklı lokasyonlara bağlı olan ve din eğitimi veren kurumlar devlet kontrolüne getirilerek Milli Eğitim Bakanlığı'nın yetki alanına girmiştir. 10 Nisan 1928'de camilerde okunan hutbe Türkçe'ye çevrildi ve "Türk devletinin dini İslam'dır" maddesi anayasadan çıkarıldı. 1930'larda kadın hakları laik bir düzeye yükseltildi ve onlara yerel seçimlerde oy kullanma hakkı tanındı. 1934 yılında Türk kadınına (8) seçme ve seçilme hakkı verilip tanınmış, kadın-erkek ayrımcılığı kaldırılmış ve kadınlarımızın laik Türkiye'de yerlerini almasıyla hukuk alanında laiklik tamamlanmıştır. 5 Şubat 1937'de Anayasa'nın 1. maddesi yürürlüğe girdi. Maddeye Türk devletinin "laik" olduğuna dair bir cümle eklenmiş, 7 Nisan 1937'de "resmi devlet dini" tanımı kaldırılarak laik düşünce bütünleştirilmiştir.

4. Popülizm (Halkçılık):

Atatürk'ün halk denince anlam olarak ne anlıyordu? Onun halk anlayışını netleştirdikten sonra "popülizm ilkesi" üzerinde duracağım.
Atatürk'ün zihninde insanlar ekonomik imkanlarına göre bölünmezdi. Başka bir deyişle, sömürülen ve sömürülen arasında ayrım yapmak mümkün değildir. Ona göre insanlar sosyolojik bir kategori olamaz. Başka bir deyişle, tarihin derinliklerinden sosyal olarak toplumun gelişim evrelerinde gözlemlenen "klanlar, kabileler, kabileler, kabileler veya soylar"ın hiçbirinin zıttı olarak görülemez. Halk, yönetilen "halk" anlamına gelmez. Atatürk'ün "Medeni Bilgi" adlı el yazmasında: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran millete, Türk milleti denir." Bu tanımda halk ile milletin birleşerek bir bütün oluşturduğu açıktır. Sosyalizm veya komünizm anlayışında "halk" ve "cumhuriyet" terimleri tamamen farklı anlamlara sahiptir. Bu görüşe sahip olanlar, ulus kavramı yerine "halk", halkın hükümeti yerine "proletarya diktatörlüğü", cumhuriyet yerine rakipsiz tek parti parlamentosu ilkesini benimsemişlerdir. Bu nedenle Atatürk şöyle demiştir: "Türkiye'de Bolşevizm olmayacak. Çünkü Türk hükümetinin temel amacı halka mutluluk ve özgürlük vermektir.” Teokratik ve ümmet anlayışında da aynı kavram karmaşası var. “Özünde akıl ve müsbet ilim, milliyetçilik ve bütünleştiricilik yatan Atatürkçülük, millî ve bağımsız bir devlet kurma, yönetme ve yaşatma demektir ki; bunu Atatürk şöyle açıklamaktadır: “Arkadaşlar Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur. Tacidar yoktur, olamayacaktır. Çünkü olamaz, bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir”.”(Alıntıdır)
Kemalist görüşte halkın tek bir anlamı vardır: Türkiye tek sınıfı olan bir ülkedir ve o sınıfın adı da halktır. Ülkemizin sosyal toplumunda işbölümü ne şekilde olursa olsun, Anayasamız tüm vatandaşlarımızı kanun önünde eşit kılmaktadır. Bu konuda en iyi Atatürk'ün sözlerine bakalım: "Ülke insanlarının, farklı sınıflardan bireylerin ve fertlerin birbirlerine aynı güç ve kalitede yardımlarını görüyoruz. Herkesin yararını aynı ölçüde ve aynı eşitlik anlayışıyla sunmak istiyoruz. Bu tarzın milletin genel refahı ve devlet yapısının güçlendirilmesi için en uygun tarz olduğuna inanıyoruz. Bizim gözümüzde köylülerin, çobanların, işçilerin, tüccarların, zanaatkârların, doktorların, askerlerin ve dolayısıyla sosyal bir kurumda çalışan vatandaşların hakları, menfaatleri ve özgürlükleri aynıdır. (*)
Sonuçta Atatürkçü halkçılık, bireyin ve toplumun refahını ve mutluluğunu öngören, milli birlik ve beraberlik içinde bir yaşamı arzulayan ve devletin bu hedefe ulaşmasına yardımcı olmayı görev edinen bir popülizmdir.

5. Devletçilik:

Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Türk milleti kelimenin tam olarak yorgun, bitkin ve fakirdi. Elimizde kalan tek güç, Kuvayı Milliye'nin yarattığı yüksek ruhsal güçtü. Milli ekonomiyi sağlam temellere oturtmayı amaçlayan iktisadi devrim, Atatürk'ün düşüncesine "devletçilik" terimi altında dahil olmuş ve Atatürk'ün ilkelerinden biri olmuştur. Gazi M. Kemal Atatürk hem kılıç zaferini hem de ekonomik zaferi görüp ve analiz etmiştir. Bu nedenle Atatürk, sanayileşme merkezli bir ekonominin gelişmesini ilerletmiştir. Bu konuyu üç bölüme ayırmak mantıklıdır:

a) 1923 öncesi ekonomik durum: 19. O zamanlar Osmanlı İmparatorluğu tam anlamıyla bir yarı sömürgeydi. Cumhuriyet kurulduğunda ve Lozan'dan ayrıldığımızda 200 milyon lirayı aşan borç yükümüz vardı. 1923 yılında Türkiye'de sanayi olarak nitelendirilebilecek enstitü yok denecek kadar azdı. Küçük atölyelerde el emeği düzeyinde basit üretim sağlandı. Ülkemizin ürün ve ihtiyaç maddelerinin neredeyse tamamı (şeker, kumaş, odun, çivi ve iğne) yurt dışından satın alındı ve bir avuç para ödendi. Yer altı ve hava kaynaklarımızın farkında değildik. Kapitülasyonlar Türkiye ekonomisini tamamen felç etti. Limanlarımız arasında yolcu taşımamıza bile izin verilmedi. İçtiğimiz sigaralar, taşıdığımız tren ve tramvay, içerdiğimiz elektrik, hepsi yabancı tekelinin altına girdi.

Tarımda da büyük bir bunalım yaşandı. Zaten ilkel bir durumda olan tarımımız, savaşlarda köylü nüfusunun kaybıyla harap oldu. Yediğimiz tahılları da dışarıdan getirirdik. Görevin en acı verici kısmı, eksikliği her alanda açıkça görülen teknik personel eksikliğiydi. Elinde tükenmez hammaddeler bulunan ülkemiz, Batı emperyalizminin beşincisi haline gelmiştir. Kemalizm'in temel özelliklerinden biri bu alanda ortaya konmuştur. Atatürk, Türkiye'yi mümkün olduğunca yabancı ülkelerden izole etmeye çalıştı.

Kurtuluş savaşımız sırasında Ruslardan maddi yardım aldık. Ama gerçekte Ruslar kendi aralarında topladıkları parayı Anadolu'daki Asya Türklerine yardım etmek için sağladılar. Ancak akrabalarımızın topladığı altınlar Moskova atölyelerinde eritilerek Rus rublesine dönüştürülerek Türkiye'ye gönderildi.

b) Atatürk dönemindeki ekonomik durum: Atatürk, 17 Şubat 1923'te Türkiye ekonomisinde radikal önlemler almak için İzmir'de "Türkiye İktisat Kongresi"ni toplamıştır. Bu kongre, ülkenin dört bir yanından işçi, köylü, tüccar ve sanayicilerden oluşan 1135 delegeyi bir araya getirdi. 15 gün boyunca çalışmalarını sürdüren bu kongre, "ekonomik yemin"in sonuçlanmasıyla feshedildi.
Atatürk dönemi ekonomi politikası iki aşamada incelenmelidir. Bunlardan ilki, "popülist liberalizm ve yarı devlet müdahaleciliği" yöntemlerinin bir karışımıdır. İkincisi ise karma ekonomiye dayalı "planlı kalkınma" dönemidir ve 1932-1938 dönemlerini kapsar.

1923-1932 Dönemi: Bu dönemin ekonomi politikası, popülizmin "sınıfsız, ayrıcalıksız ve birbirine bağlı kitle" ilkesine dayanan, Kurtuluş Savaşı'nın yaralarını sarmak için kullanılan bir yöntemdir. Bu nedenle liberal taraf galip geldi, yani özel sektöre ağırlık vererek ülkeyi hızlı ve güvenli bir şekilde geliştirmek önemliydi.

1932-1938 Dönemi: Bu yıllarda devletçiliğin ekonomi politikası uygulanmış ve ekonomi hızlı kalkınma planına bağlanmıştır. "Birinci Beş Yıllık Plan" 1933 ile 1937 yılları arasında geliştirilmiş ve başarıyla uygulanmıştır. 1936'da "İkinci 5 Senelik Endüstri Planı" tamamlandı. Ancak Atatürk'ün aramızdan erken ayrılmasıyla bu strateji hayata geçirilemedi. (*)
Bugün bence uygulamamız gereken, Atatürk'ün bizzat izlediği ve meyvelerini aldığı ekonomik yoldur. Üstelik daha hızlı gelişmenin ancak kapitalist ya da sosyalist araçlarla mümkün olduğu iddiası Atatürk'ün dünya görüşüyle ve gerçeklerle çelişmektedir.

6. Devrimcilik:

Atatürk, devrimi düşünce ve eylemler açısından şöyle tanımlar:
"Türk milleti, geçmiş asırlarda kalan kurumları yıkacak ve milletin medeniyetin en yüksek taleplerine göre gelişmesini sağlayacak yeni kurumlar inşa edecektir."
Atatürk, tüm başarılarının kaynağının Türk milleti olduğuna inanıyordu. Devrimlerden "Atatürk devrimleri" olarak bahsetmekten hoşlanmamış, "Türk Devrimi" olarak düzeltmiştir (10). Atatürk bu düzeltme ile "Devrim"i çoğul olarak koymanın doğru olmayacağına, tekil olarak gerçeğe daha iyi karşılık geleceğine dikkat çekmiştir.

Atatürk'ün devrimcisi sadece Türk toplumunda bulunmaz. Atatürk'ün sorunlara bakışı, zaman ve mekân açısından düşünmenin çok ötesine geçer. Türk toplumu için bulduğu çözümler, belirli tarihsel koşulların ötesinde, tüm insan topluluklarına anlaşılabilecek ve uygulanabilecek kadar derin ve kapsamlıdır. Bu açıdan bakıldığında Türk devrimi evrenseldir.
Elinze sağlık hocam. Sabit.
 
Geri
Üst