Atatürk'ün varmaya çalıştığı hedefler:
a) Milli Egemenlik: Millet, kendisini oluşturan halkların toplamından farklı olan, bunların bileşkesinden ayrı olarak ortaya çıkan bağımsız bir kişiliktir. Egemenlik, milletin genel iradesidir. Bu irade güç ve kudret olarak milletindir. Egemenlik, kişisel iradeye değil, milli iradeye dayanır(*). Aynı zamanda milli egemenlik, milletin bölünmez, parçalanmaz iradesidir. Atatürk, Türk milletinin büyük şahsiyetine tekabül eden ve en iyi şekilde özgür yaşama arzusunu dile getiren bu düşünceyi, "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir." diye dile getirmiştir. Egemenliğin kayıtsız şartsız padişaha değil, Türk milletinin olduğu düşüncesini devlet hayatımıza sokan kişi büyük Atatürk'tür.
b) Ulusal bağımsızlık: Atatürk'ün milliyetçiliğinin altında yatan kavramlardan biri de "tam bağımsızlık" düşüncesidir. Atatürk şöyle demiştir: "Tam bağımsızlık söz konusu olduğunda, elbette siyasi, mali, kültürel, ekonomik, askeri ,hukuki ve diğer alanlarda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu durumlardan herhangi birinde bir kişi bağımsızlıktan mahrum bırakılırsa, bu, ulusun ve ülkenin fiilen bağımsızlığından mahrum bırakıldığı anlamına gelir.”(Alıntıdır)
c) Ulusal birlik ve beraberlik: Ulusal beraberlik ve birlik, Türk Ulusunu kapsayan insanların; birbirini seven, inanan, güvenen vatandaşlar olarak ülkenin ve milletin kalkınması hedefi etrafında birleşmesi demektir. Bağımsızlık savaşımız başladı, gelişti ve ulusal birliğimizin cesaretinden ilham alarak kesin bir zafer kazandı. Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk şöyle demiştir: "... Türk milleti, milli birlik ve beraberlik sayesinde zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır...”.(Alıntıdır)
Eğitim ve öğretim milli kaliteye zarar verdiği sürece milli birlik sağlanamaz. Halkımızı ilerici-gerici, sağ-sol, Sünni-Alevi ya da bu ya da şu parti gibi farklı kesimlere bölmek, milli birlik ilkesini zedeleyecek bir tutumdur. Türk milletini bir bütün olarak birleştirmek, idealler, kader, acı ve mutluluk bakımından ortak değer yargılarında bulunmak, ulusal birliğimiz ve beraberliğimizin en temel unsurudur.
d) Yurtta sulh, cihanda sulh: Türk Cumhuriyeti, zorlu ve uzun Kurtuluş Savaşından sonra yeniden kuruldu. Trablusgarp, Balkanlar ve Birinci Dünya Savaşı milletimizi tüketti; Ülkemizin büyük bir kısmı yıkıldı, ülkemizin geri kalanı enkaza dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti'nin yaralarını sarabilmesi için uzun süre içeride ve dışarıda huzur içinde yaşaması gerekiyordu. Atatürk bu bağlamda şunları söyledi: "Milletin hayatı tehlikede değilse savaş cinayettir. (16 Mart 1923)".(Alıntıdır)
20 Nisan 1931'de Atatürk, seçimler vesilesiyle Türk milletine bir açıklama yaptı. Bu açıklamada ifade edilen "Yurtta barış için, dünyada barış için çalışıyoruz" ifadesi sadece o yılların spesifik sorunlarını anlatan bir kelime değildir. Bu ilke, Birleşmiş Milletler'in benimsediği ve bugün uygulamak istediği bir slogan haline gelmiştir.
Atatürk, Mussolini'nin faşist diktatörlüğüyle, dünya barışını sarsan Hitler'in Nazizm teorisini yakından gözlemledi. Atatürk'ü yaptığı savaşlarda elde ettiği zaferler nedeniyle savaştan yana bir kişi olarak düşünmek yanlıştır. O askerdi. Hayatının çoğunu savaş alanında geçirdi. Ama kan dökülmesini asla sevmezdi. Bu konuda şunları söyledi: "Benim gerçek görüşüm şudur: Milleti savaşa sürüklersem vicdanımda acı hissetmemem için; bizi öldüreceğini söyleyenlere karşı, ölmemek için savaşa girebiliriz. (1923)"(*)
e) Çağdaş uygarlık seviyesine varmak: Türk İnkılabı, Kurtuluş Savaşı'nın başarısıyla başlamıştır. Mustafa Kemal, ordularımızın İzmir'e girdiği gün: "Milli savaşımızın bu safhası bitti. Şimdi ikinci aşamayı açmalı ve gerçek savaşın uygar bir ulus olma savaşı olduğunu vurgulamalıyız.
Atatürk için en önemli hedef "çağdaş uygarlık" tır. Bu medeniyet aynı zamanda Batı medeniyetidir. Dönemin Fransız gazetecisine verdiği röportajda cumhuriyet ilan edildi: "Biz her zaman doğudan batıya gittik. Son yıllarda alışkanlıklarımızı değiştirdiysek, bunun bizim hatamız olmadığını kabul etmeliyiz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de modern bir devlet yaratmak. Hangi millet medeniyete girmek ister ama yüzünü Batı'ya dönmemiştir?
f) Pozitif bilim ve akılcılığın önderliği: Atatürk şöyle demiştir: "Hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kuralı manevi miras olarak sabitlemiş olarak bırakmam. Manevi mirasım bilgi (bilim) ve akıldır...” () Böyle mantıkla asla değişmeyecek hükümler olduğundan bahsetmek bilimin ve aklın gelişimini reddetmek olur. Beni takip edenler, aklın ve bilimin bu temel eksendeki yönünü kabul ettikleri oranda manevi mirasçılarım olacaklardır.() ve bilimin ve aklın yönünün çağımızda büyük önem taşıdığını vurguladı.
Türk devrimi herşeyiyle bir bütündür. Ancak bunları incelemek ve açıklamak için "Siyasi Devrim", "Hukuk Devrimi", "Eğitim Devrimi", "Ekonomide Devrim" ve "Diğer Devrimler" gibi bölümlere ayırdık. Aslında tek bir kanalın ışığının sonucu olan Büyük Türk Devrimi, başlamış ve gelişmiş, akışı henüz tamamlanmamış bir olgudur.
1. Siyasal devrim: Türk inkılabını incelemeye siyasal yönüyle başlamak gerekir. Atatürk, 23 Nisan 1920'de milli hakimiyet temelli yeni Türk devletini kurdu. Devrimin tüm aşamaları bu eyalette gerçekleşti. Devlet siyasi bir kurumdur. Bu siyasi kurumu önce değiştirmek, sonra devletin kendisi devrimci olduğunda geliştirmek mümkündür. Sayın Atatürk'ün kurduğu devletin gerçekleştirdiği devrimlere bakalım.
(a) Saltanatın Kaldırılması(1Kasım1922): Tarih boyunca Türk milleti, hiyerarşinin en üstünde bir liderin bulunmasına alışmıştır. Türklerin eski Orta Asya hanları, Büyük ve Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde "Kaan" veya "Sultan" olarak yaşamışlardır. Eski Türk anlayışında hakimiyet kutsal bir kavramdı. Göktengri bu kutsallığı bir aileye aktardı. Aile üyeleri dışında hiç kimsenin ulusu yönetme hakkı yoktur. Türklerin İslamiyet'i kabul etmesinden sonra, bu kutsal hakimiyet kavramı yeni gelen dini kurallarla desteklenmiştir. Böylece eski Türk anlayışı İslami ilkelerle uyumlu olunca saltanatın önemi çok daha artmıştır. On yedinci yüzyıldan sonra da güçlendiler ve kendilerine "halife" unvanı verildi. Bu nedenle Atatürk, padişahın egemenliğini elinden alma ve onu büyük bir özen ve özenle gerçek sahibi olan millete teslim etme işini yürütmüştür.
(b) Cumhuriyetin İlanı(29Ekim1923): "Cumhuriyetçi" rejimde iktidar ulus tarafından, "oligarşi"de seçkinler tarafından ve "monarşi"de birey tarafından yönetiliyordu. Ancak Türkiye'ye bakacak olursak, egemenlik milletin elindeydi ama hilafetin gücü hala hissediliyordu. 1. TürkiyeBüyükMilletMeclisi devrimci bir meclisti. Bu meclis milletin saltanata karşı isyanını kışkırtmış ve millete egemenlik vermek istemiştir. Pratikte Cumhuriyet vardı ama sistemin ismi resmen Cumhuriyet değildi.(*)
Ekim 1923'te AliFuatBey(Okyar) hükümetinin istifasından sonra, yeni bir hükümet kurma girişimlerinde bulunulunca bir kriz patlak verdi. O zamanki uygulama, bakan adayları belirlendikten sonra üyelerden birinin belirli bir çoğunlukla bakan seçilmesi gerektiğiydi. Çeşitli hesaplar, ayrımlar, geleceğe yönelik siyasi hırslar, son derece hassas olduğu ortaya çıkan ve istenilen çoğunluğa ulaşılamayan bir süreçte sistemi tıkadı.
28 Ekim akşamı Çankaya'da bir akşam yemeği düzenlendi. Daha sonra yemek sırasında Gazi; Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!" dedi. Cumhuriyet, Milletin, Türk Milletinin egemen olduğu yürütme, yasama, ve yargı yetkilerine sahip olduğu bir yönetim şekli. Saltanata karşı Milli Egemenlik tavrı... Bu, birey ve vatandaş için özgürlüğe geçişte en önemli adımdır.
1921 Anayasası, savaş koşullarında oluşturulmuş bir Anayasadır. Ancak bu Anayasaya ve tanımlanan sisteme başka maddeler de eklenmeliydi. Gazi Paşa'nın teklifi doğrultusunda İsmet İnönü bir önerge yapıp Meclis'e sundu. Bu önerge, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ortaya koymaktadır; Yönetim şeklinin halkın kendisinin kaderi üzerinde kendi kaderini tayin etmesine dayandığı söylendi ve ardından "Devletin yönetim biçimi Cumhuriyettir" denildi.
(c) Halifeliğin Kaldırılması(3Mart1924): Hz. Muhammed'in temsilcisine "halife", unvanına ve konumuna ise "halifelik" denir. Halifelik, 1517 yılında Sultan Yavuz Selim zamanından itibaren Osmanlı padişahlarının elindeydi. Örneğin padişahlar dine ve devlet işlerine birlikte karışıyorlardı.
Vahdettin İngiliz himayesinde ülkeden kaçtığında, 1Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Kasım 1922'de aynı soy ağacından gelen Abdülmecit’i halife seçti. Osmanlılar arasında hilafetin kaldırılması hiçbir aydının aklına gelmemişti. Çoğu entelektüelin halifeliğin kuruluşu, şeriatın karakteri ve kanlı maceralar hakkında gerçek bir bilgisi yoktu. Tıpkı Hıristiyanlığın bir "papası" ve bir "patriği" olduğu gibi, “halifelik” de olmalıdır diye düşünüyorlardı. Ayrıca 20 tane var. Ayrıca papalığın ve ataerkilliğin Hıristiyan dünyasındaki etkisinin yüzyıl boyunca büyük ölçüde ortadan kalktığını da bilmiyorlardı.
Kurtuluş Savaşı'nın en ön saflarında yer alan ve Mustafa Kemal'in sağ kolu olan 1Rauf Bey (Orbay) bile hilafete bağlılığını açıkça ilan etmiş ve Mustafa Kemal'e sırt çevirmiştir. Ancak Mustafa Kemal'in fikirleri meclis tarafından kabul edildi ve 431 sayılı kanunla hilafet kaldırıldı. TürkiyeBüyükMilletMeclisi çıkardığı bir kanunla şeriat milletvekilliğini ve islami vakıfları kaldırmış, aynı gün çıkarılan başka bir kanunla da Türkiye'de ilk kez eğitim yuvaları birleştirilmiştir (Tevhid-i Tedrisat).
"Yaşasın Gazi Paşa" sesleri İstanbul sokaklarında yankılanıyor. (*)
(d) Tekke,ZaviyeveTürbelerinKapatılması (30 Kasım 1925): Derviş ve Zaviye tekkeleri, İslam'ın çeşitli dini hareketlerinin toplandığı yerlerden bazılarıydı. Bu hareketlere "tarikat" denir. Tarikat üyeleri Tanrı'ya yaklaşmak için çeşitli düşünme yöntemleri geliştirdiler. Çeşitli meslek birliklerine ve bazı mezheplere üyeydiler. 1Bu nedenle tarikatların ileri gelenlerine büyük saygı duyulur ve adeta localarından yönetilirlerdi. Dervişlerin ve zaviyelerin dükkânları kelimenin tam anlamıyla dini keşif merkezleriydi. İslam dininin ilkeleri mezhepleri kapsamaz. Ancak kült gelişti.
Gerçek laiklikte vatandaşın Tanrı'yı arama şekli bozulmazdı. Ancak derviş ve zaviyelerin dükkânlarında vatandaşların vicdanı baskı altında olduğu için buraların gerçekten laikliği benimsemiş bir devlette olmaması gerekir. Ayrıca Nakşibendi mezhebi gibi dini cemaatler rejim ve devrim aleyhine çalıştı. Şeyh Said'in ve Seyit Rıza’nın isyanı bu provokasyonların sonucuydu. 677 no.lu sayılı Kanun ile bu yerler kapatılmıştır.(*)
“Dostlar, hocalar ve insanlar çok iyi bilirler ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve deliler(meczuplar) ülkesi olamaz. En doğru ve samimi mezhep medeniyet tarikatıdır!”
Kemal Atatürk (*)(Alıntıdır)
2. Hukuk Devrimi: Bir ülkenin hukuk sistemi, o ülkenin yaşam olanaklarını belirler. Hukuk sistemi iyi işlerse, çağının ihtiyaçlarına cevap verirse ve haksızlıklara son verirse güçlü ve sürdürülebilir olacaktır.
Her ülkenin hukuk anlayışı, o ülkedeki devletin kuruluşuyla örtüşmelidir. Devletin dini temellere dayanan hukuk sistemi, dini ilkeleri yansıtmaktadır. Laik bir devletin yasal normları dini ilkelerle ilişkilendirilemez. Hayat bulması, Büyük Türk Devrimi ile olan yeni devletimizin siyasi iki temel taşı Cumhuriyet ve Laikliktir.
a) Eski yasamıza bir bakış: Hayattaki tüm ilişkileri yöneten kurallar "yasalardır". Osmanlı İmparatorluğu'nda bu kurallar doğrudan dinden geliyordu. Her ilişkiyi düzenlemek için öncelikle Kur'an-I Kerim temel alındı. Kur'an'da bu konuda bir hüküm bulunamazsa, Peygamber Efendimiz'in (hadis) sözleri incelenirdi. Bir çözüm bulunamazsa, benzer olayları çözmek için uygun bir yol bulunacaktır. Buna kıyas deniyordu. Eğer bu yol olmasaydı, din alimlerinin üzerinde anlaştıkları çözüme karar verilmiş olacaktı. Buna rıza da denir. Kuran'a uymaları çok önemliydi.
İslam hukuku, özellikle ileri ve medeni bir anlayışla şu noktalarda uyuşmuyordu:
Kadınların kamu yönetiminde hiçbir hakkı yoktur. Özel hayatta da erkek ve kadın arasında çok büyük bir eşitsizlik var. Boşanma hakkı sadece erkeklere tanınıyordu. Miras açısından kız çocukları, erkek çocukların haklarının yarısını elde edebiliyordu. Kadınların ekonomik hayata katılmasına izin verilmedi. Mahkemede tanıkların yerini iki kadın ve bir erkek aldı.
Gayrimüslimlerin kendi dini kanunlarının uygulanmasını talep etme hakları vardı. Osmanlı devletinde hukuk birliği yoktu. II. Mahmut döneminden bu yana, hukuk sistemindeki bu eksikliklerin giderilmesi için çaba sarf edilmiştir. Ceza Kanunu ve Ticaret Kanunu gibi bazı düzenlemeleri kabul etmiştir. İslam hukukunun dağınık kurallarından bazıları bir araya getirilmiştir. Buna "Mecelle" denir.
b) Yeni hukukun ilkeleri: Hukuk sisteminin temel taşı "medeni hukuk(kanun)"tur. kişinin hak ve görevleri, ailenin işleyişi, kuruluşu, ve sona ermesi; Varlık düzenlemesi; insanlar ve nesneler arasındaki her türlü ilişkinin kökeni, devamı ve sonu; Birbirimizle her türlü işi yapmak her zaman bir medeni hukuk meselesidir. Türk vatandaşlarının hayatlarını düzenleyen kapsamlı bir medeni kanun bir an önce hazırlanmalıdır. İki yol vardı: Ya yeni bir yasa hazırlanacaktı ya da gelişmiş ülkelerin yasalarından biri onaylanacaktı.
Bu iki olasılıktan ikincisi seçildi ve İsviçre Medeni Kanunu'nun kabul edilmesine karar verildi. Bu kanun, bir grup uzman tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve 4 Kasım 1926'da yürürlüğe girmiştir. Türk Medeni Kanunu inanılmaz kısa bir sürede ulusal hale geldi. Medreselerde eğitim görmüş hâkimler kademeli olarak görevden alındı. Atatürk, 1925 yılında Ankara'da Hukuk Fakültesi'ni açmıştır. Bu spor salonundan ayrılan avukatlar her zaman yeni hukuk kavramı konusunda eğitildiler. Böylece kısa sürede tüm yasal örgütlenme gençliğin 1ve devrimcilerin eline geçti.
Hukuk devriminin kalbinde yer alan toplumsal cinsiyet eşitliğinde kaydedilen ilerleme tartışılamayacak kadar açıktır. Kentleşme ve sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte Türk kadınları bu eşitliğin getirdiği fırsatlardan daha iyi yararlanacaktır.
3. Eğitim devrimi: Bir ulusun ve güçlü bir toplumsal yapının gelişmesi büyük ölçüde onun eğitimine 1bağlıdır. Bu sebeple devrimci yönetimler, eğitim yapısına büyük önem vermişlerdir. Rejimin devamlılığı ve amacına ulaşması nesillerin eğitimi ile mümkündür.
(a) Eskieğitimsisteminebirbakış: Osmanlı İmparatorluğu'nun eğitim sistemi de diniydi, Tanzimat dönemine kadar devlet vatandaşların eğitimiyle ilgilenmiyordu. Sadece devlet adamlarının yetiştirilmesi için oluşturulmuş bir sarayiçi okul (Enderun) vardı. Ayrıca genç nesil, vakıflara bağlı olan mahalle(semt) okulları vardı. Çocuk bu yerlerde Kur'an-I Kerim okuyup yazmaktan başka bir şey öğrenmedi. Okulun yakınında mezun olanlar isterlerse medreseye giderlerdi.
(b) Eğitim sistemininbirleştirilmesi ve eğitim sistemininkurulması: En önde Atatürk olarak devrimci Türk Genelkurmay Başkanlığı, eğitim sorununun çözülmesiyle, Türk vatanının geleceğinin ancak gerçekleşebileceğini biliyordu. 3 Mart 1924'te ilk adım atıldı ve eğitim birliği(tevhid-i tedrisat) sağlandı. Yakın bir süre içinde medreseler kaldırıldı.
(c) Alfabe devrimi: Eğitim ve Öğretimi zorlaştıran en büyük dezavantaj Türkçenin Arap alfabesi ile yazılmış olmasıydı. İslamiyet'e girişle birlikte Türk dilinin esaslarına uyum sağlamayan bu alfabenin benimsenmesiyle zengin dilimiz bozulmuştur. Türkiye'yi bin yıldır içinde bulunduğu bu çıkmazdan çıkarmak ancak Atatürk'ün eseriydi. 1927'de Atatürk orduya katıldı. Türk dilinin okunması ve yazılması için Latin alfabesi en uyumlu harfleri içeriyordu. Bu alfabe incelendi ve yeni Türkçe harfler belirledi. Atatürk, 9 Ağustos 1928'de Sarayburnu'nda harf devrimini ilan ettiği ünlü konuşmasını yaptı. 1 Ekim 1928'de Yeni Türk Harfleri Kanunu (K.No:1353) yürürlüğe girdi.
(d) Üniversite Reformu: 31 Mayıs 1933'te "İstanbul Üniversitesi'nin Kurulması Hakkında Kanun" kabul edildi. Bu kanunla "Darülfünun" kaldırılmış ve yerine bir "üniversite" oluşturulmuştur. Bu, tüm araştırma ve kültür sorununu çözmez. Ancak Türk biliminin temellerini atmıştır. Bugün ülkemizde onlarca üniversite varsa bunlar Atatürk'ün kurduğu ilk üniversitenin sonucudur. Üniversiteler kolay büyüyen kurumlar değildir. Bir üniversitenin kök salması en az yarım yüzyıl alır. Türk üniversiteleri bu yolda gelişecektir. Üniversite reformu ile Sevgili Atatürk, bizlere gerçek bilginin kapılarını açmıştır. Asıl önemli olan bu.
(e) Tarih ve dil anlayışında değişim: Türk İnkılabı'nın temeli Türk milliyetçiliğine dayanır. Osmanlı Devleti'nin son günlerinde ortaya çıkan Türk hareketi, Atatürk ile birlikte gerçek yolunu bulmuştur.
Türk milleti hemen her dönemde tarihin akışını etkilemiştir. Böylesine geniş ve köklü bir milletin tarih anlayışı Osmanlı döneminde paramparça oldu. Bunu çözmek, Türk milletine hikayesini anlatmak, böyle olmak zorundaydı. Bu amaçla Atatürk, 15 Nisan 1931'de "Türk Tarih Araştırmaları Cemiyeti"ni kurdu. Daha sonra "Türk Tarih Kurumu" adıyla büyük bir bilimsel üne kavuşan bu dernek sayesinde Atatürk, Türkiye'nin geçmişini unutulmaktan kurtarmanın yolunu açmıştır. En önemli değerlerinden biri dil olan bir toplum için düşünmek, dil ile mümkün olan zihinsel bir faaliyettir. Kültür, tüm sonuçlarıyla birlikte bu şekilde yaratılır.
Türkçe, yüzlerce yıldır dilini koruyamamıştır. Fakat düşünceyi yazılı olarak sistematize etmek, kültürel ve bilimsel hayata aktarmak gerekli hale gelince işler değişmek üzereydi. Osmanlı Devletinde yazı ve yazışma dili Osmanlıcaydı. Osmanlı Türkçesi, İslam kültürünün hâkim olduğu Türk anavatanında Türkçe, Arapça ve Farsça ile karışan yapay bir dildi. Medreselerdeki bilimsel dil Arapçaydı ve İslami literatür de İran'ın tarihi köklerine dayanıyordu. Türk düşünürü bu Arapça ve Farsça arasında sıkışıp kalmıştır. Meşrutiyetle Türk dilini arındırma çabaları başladı. Atatürk bu çabalarını yaygınlaştırdı ve 12 Temmuz 1932'de bugünkü adıyla Türk Dil Kurumu olarak bilinen Türk Dili Tetkikleri Cemiyeti'ni kurdu. Günümüzde Türkçe, bir kültür ve bilim dili haline gelmiştir. Bu, devrimin önemli sonuçlarından biridir.
4. Ekonomik Devrim: Bu tema, 1929öncesi vesonrası ekonomik bir durum olarak devletçilik bölümünde ele alınmaktadır.
5. Diğer devrimler: Devrimin popüler seyrinin bir parçası olarak, radikal değişimi hızlandırmak için başka önlemler alındı.
a) Geleneksel kıyafetlerin devrimi: Osmanlı ülkesi vatandaşları gelenekleriyle tamamen karışık bir görünüme sahipti. Sayıları yüzbinleri bulan Müslüman ve Hıristiyan din adamları cübbe ve sarıklarla dolaşıyordu. Birçok sivil şalvar ve potur iğnesi taktı. Ancak çoğu erkeğin kafasında bulundu. İlk bakışta milletin kıyafetine müdahale etmek kınanacak bir şey gibi görünebilir ama laik bir devlette yaşayan vatandaşların "dini" kıyafetlerle dolaşması bir çelişkiydi. Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk de dahil olmak üzere kalpakları getirdiler. Kalpak, Kurtuluş Savaşı'nın sembolü haline geldi.
M.K. Atatürk, Ağustos 1925'te Kastamonu’ya bir gezi yaptı. 25 Ağustos'ta Kastamonu'ya vardı. Kastamonu muhafazakâr olmasıyla bilinirdi. Atatürk, halkı ,başında şapka ile selamladı. Halk coşkuyla tepki gösterdi ve fesi çöpe attı. Atatürk'ün girişimi başarılı olunca 25 Kasım 1925'te "Şapka Giyme Kanunu" çıkarıldı.
Atatürk, Türk kadınlarının ortaçağ kıyafetleriyle dolaşmasını Türk varlığına büyük bir küçümseme olarak görüyordu. Aslında İslamiyet'ten önce Türk kadını öcü gibi yürümez, her alanda kocasının yanındaydı. Kadınlarımız haklarına kavuştuklarında modern ve onurlu giyinerek kocalarının yanında oturacaklar.
b) Soyadı kanunu: 1934yılına kadarTürklerin soyadı yoktu. 1934 kanunu ile Türklerin kendi soyadlarından başka bir soyadı kullanmaları zorunlu hale gelmiştir. Atatürk, soyadını milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden almıştır. 2258sayılı kanunla Mustafa Kemal Paşa, ATATÜRK soyadını almıştır. Aynı yıl Osmanlı toplum yapısını hafızalarda canlandıran unvanlar kaldırıldı.
(c) Ölçümlerin değiştirilmesi: 1926 tarihli 698 sayılı Kanun, 1931'de ölçümlerin zamanını, ağırlığını ve süresini dünya çapında kullanılan modern ölçümlerle değiştirdi.
(*) Arapça "Millet" kelimesi yerine Türkçe "Ulus" kelimesini kullanan ve eski "Hakimiyet-i Milliye" gazetesinin adını "Ulus" olarak değiştiren M.K. Atatürk'tür.
(*) Prof.Dr. Afet İnan, Sivil Bilgiler ve Kemal Atatürk'ün Yazmaları, s. 424-426.
(*) Hacı ANGI, Atatürk İlkeleri ve İnkılap, Angı Yayınları, 3. baskı, Ankara-1983.
(*) Prof. Dr. Hikmet BAYUR, Kemalizm Nedir?, Varlık-İstanbul Yayınları 1965, ikinci basım, s. 173-178.
(*) Prof.Dr.Hamza Eroğlu, Kemalizm, (Olgaç Drukkerij - 1981), ss.99-100
(*) M.K.Atatürk, Söylevler ve Açıklamalar, c.1, s.412
(*) M.K. Atatürk, Konuşmalar ve Açıklamalar, Ağustos-1925, c.2, sayfa 191.
(*) Prof.Dr.İsmet Giritli, Kemalizm: "Pragmatik-Demokratik" Modernleşme İdeolojisi, 03.06.1981 Milliyet Dergisi, s.2
(*) Prof. Dr. Kemal ARI, Türk İnkılap Tarihi 2., Zeus Buchhandlung 2013, s. 79-84.
(*) Ercüment Demirer, L'abolição du califat, giornale Cumhuriyet, 01.02.1982, s. 2.
(*) T.C. Cumhurbaşkanlığı Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi, İnkılap Tarihi, Basın Servisi, ANKARA-1971, S. 141-142. Değerlendirmeler (14) Atatürk'ün Kastamonu'ya Hitabı, 130. Ağustos 1925
a) Milli Egemenlik: Millet, kendisini oluşturan halkların toplamından farklı olan, bunların bileşkesinden ayrı olarak ortaya çıkan bağımsız bir kişiliktir. Egemenlik, milletin genel iradesidir. Bu irade güç ve kudret olarak milletindir. Egemenlik, kişisel iradeye değil, milli iradeye dayanır(*). Aynı zamanda milli egemenlik, milletin bölünmez, parçalanmaz iradesidir. Atatürk, Türk milletinin büyük şahsiyetine tekabül eden ve en iyi şekilde özgür yaşama arzusunu dile getiren bu düşünceyi, "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir." diye dile getirmiştir. Egemenliğin kayıtsız şartsız padişaha değil, Türk milletinin olduğu düşüncesini devlet hayatımıza sokan kişi büyük Atatürk'tür.
b) Ulusal bağımsızlık: Atatürk'ün milliyetçiliğinin altında yatan kavramlardan biri de "tam bağımsızlık" düşüncesidir. Atatürk şöyle demiştir: "Tam bağımsızlık söz konusu olduğunda, elbette siyasi, mali, kültürel, ekonomik, askeri ,hukuki ve diğer alanlarda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu durumlardan herhangi birinde bir kişi bağımsızlıktan mahrum bırakılırsa, bu, ulusun ve ülkenin fiilen bağımsızlığından mahrum bırakıldığı anlamına gelir.”(Alıntıdır)
Türk milleti tarih boyunca bağımsızlığı ve özgürlüğü için yaşamıştır. Gerçek şudur ki Osmanlı İmparatorluğu döneminde kabul edilen kapitülasyonlar bağımsızlığımızın üzerine düşen ilk gölgeler oldu. Bağımsızlık savaşımız başladığında birçok aydınımız(?!), kendi başına ayaklarımız üzerinde duramayacağımızdan ve kendimizi yönetemeyeceğimizden çekinerek ABD veya İngiltere'nin egemenliğini kabul etmemizi istedi. Bu, Türklerden özgürlüğün ve bağımsızlığın sonu anlamına geliyordu. Kurtuluş Savaşımızın ruhu ve özü, milletimizi tam bir özgürlük ve bağımsızlığa ulaştırma hedefine dayanmaktadır.c) Ulusal birlik ve beraberlik: Ulusal beraberlik ve birlik, Türk Ulusunu kapsayan insanların; birbirini seven, inanan, güvenen vatandaşlar olarak ülkenin ve milletin kalkınması hedefi etrafında birleşmesi demektir. Bağımsızlık savaşımız başladı, gelişti ve ulusal birliğimizin cesaretinden ilham alarak kesin bir zafer kazandı. Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk şöyle demiştir: "... Türk milleti, milli birlik ve beraberlik sayesinde zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştır...”.(Alıntıdır)
Eğitim ve öğretim milli kaliteye zarar verdiği sürece milli birlik sağlanamaz. Halkımızı ilerici-gerici, sağ-sol, Sünni-Alevi ya da bu ya da şu parti gibi farklı kesimlere bölmek, milli birlik ilkesini zedeleyecek bir tutumdur. Türk milletini bir bütün olarak birleştirmek, idealler, kader, acı ve mutluluk bakımından ortak değer yargılarında bulunmak, ulusal birliğimiz ve beraberliğimizin en temel unsurudur.
d) Yurtta sulh, cihanda sulh: Türk Cumhuriyeti, zorlu ve uzun Kurtuluş Savaşından sonra yeniden kuruldu. Trablusgarp, Balkanlar ve Birinci Dünya Savaşı milletimizi tüketti; Ülkemizin büyük bir kısmı yıkıldı, ülkemizin geri kalanı enkaza dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti'nin yaralarını sarabilmesi için uzun süre içeride ve dışarıda huzur içinde yaşaması gerekiyordu. Atatürk bu bağlamda şunları söyledi: "Milletin hayatı tehlikede değilse savaş cinayettir. (16 Mart 1923)".(Alıntıdır)
20 Nisan 1931'de Atatürk, seçimler vesilesiyle Türk milletine bir açıklama yaptı. Bu açıklamada ifade edilen "Yurtta barış için, dünyada barış için çalışıyoruz" ifadesi sadece o yılların spesifik sorunlarını anlatan bir kelime değildir. Bu ilke, Birleşmiş Milletler'in benimsediği ve bugün uygulamak istediği bir slogan haline gelmiştir.
Atatürk, Mussolini'nin faşist diktatörlüğüyle, dünya barışını sarsan Hitler'in Nazizm teorisini yakından gözlemledi. Atatürk'ü yaptığı savaşlarda elde ettiği zaferler nedeniyle savaştan yana bir kişi olarak düşünmek yanlıştır. O askerdi. Hayatının çoğunu savaş alanında geçirdi. Ama kan dökülmesini asla sevmezdi. Bu konuda şunları söyledi: "Benim gerçek görüşüm şudur: Milleti savaşa sürüklersem vicdanımda acı hissetmemem için; bizi öldüreceğini söyleyenlere karşı, ölmemek için savaşa girebiliriz. (1923)"(*)
e) Çağdaş uygarlık seviyesine varmak: Türk İnkılabı, Kurtuluş Savaşı'nın başarısıyla başlamıştır. Mustafa Kemal, ordularımızın İzmir'e girdiği gün: "Milli savaşımızın bu safhası bitti. Şimdi ikinci aşamayı açmalı ve gerçek savaşın uygar bir ulus olma savaşı olduğunu vurgulamalıyız.
Atatürk için en önemli hedef "çağdaş uygarlık" tır. Bu medeniyet aynı zamanda Batı medeniyetidir. Dönemin Fransız gazetecisine verdiği röportajda cumhuriyet ilan edildi: "Biz her zaman doğudan batıya gittik. Son yıllarda alışkanlıklarımızı değiştirdiysek, bunun bizim hatamız olmadığını kabul etmeliyiz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de modern bir devlet yaratmak. Hangi millet medeniyete girmek ister ama yüzünü Batı'ya dönmemiştir?
f) Pozitif bilim ve akılcılığın önderliği: Atatürk şöyle demiştir: "Hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kuralı manevi miras olarak sabitlemiş olarak bırakmam. Manevi mirasım bilgi (bilim) ve akıldır...” () Böyle mantıkla asla değişmeyecek hükümler olduğundan bahsetmek bilimin ve aklın gelişimini reddetmek olur. Beni takip edenler, aklın ve bilimin bu temel eksendeki yönünü kabul ettikleri oranda manevi mirasçılarım olacaklardır.() ve bilimin ve aklın yönünün çağımızda büyük önem taşıdığını vurguladı.
Türk devrimi herşeyiyle bir bütündür. Ancak bunları incelemek ve açıklamak için "Siyasi Devrim", "Hukuk Devrimi", "Eğitim Devrimi", "Ekonomide Devrim" ve "Diğer Devrimler" gibi bölümlere ayırdık. Aslında tek bir kanalın ışığının sonucu olan Büyük Türk Devrimi, başlamış ve gelişmiş, akışı henüz tamamlanmamış bir olgudur.
1. Siyasal devrim: Türk inkılabını incelemeye siyasal yönüyle başlamak gerekir. Atatürk, 23 Nisan 1920'de milli hakimiyet temelli yeni Türk devletini kurdu. Devrimin tüm aşamaları bu eyalette gerçekleşti. Devlet siyasi bir kurumdur. Bu siyasi kurumu önce değiştirmek, sonra devletin kendisi devrimci olduğunda geliştirmek mümkündür. Sayın Atatürk'ün kurduğu devletin gerçekleştirdiği devrimlere bakalım.
(a) Saltanatın Kaldırılması(1Kasım1922): Tarih boyunca Türk milleti, hiyerarşinin en üstünde bir liderin bulunmasına alışmıştır. Türklerin eski Orta Asya hanları, Büyük ve Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde "Kaan" veya "Sultan" olarak yaşamışlardır. Eski Türk anlayışında hakimiyet kutsal bir kavramdı. Göktengri bu kutsallığı bir aileye aktardı. Aile üyeleri dışında hiç kimsenin ulusu yönetme hakkı yoktur. Türklerin İslamiyet'i kabul etmesinden sonra, bu kutsal hakimiyet kavramı yeni gelen dini kurallarla desteklenmiştir. Böylece eski Türk anlayışı İslami ilkelerle uyumlu olunca saltanatın önemi çok daha artmıştır. On yedinci yüzyıldan sonra da güçlendiler ve kendilerine "halife" unvanı verildi. Bu nedenle Atatürk, padişahın egemenliğini elinden alma ve onu büyük bir özen ve özenle gerçek sahibi olan millete teslim etme işini yürütmüştür.
(b) Cumhuriyetin İlanı(29Ekim1923): "Cumhuriyetçi" rejimde iktidar ulus tarafından, "oligarşi"de seçkinler tarafından ve "monarşi"de birey tarafından yönetiliyordu. Ancak Türkiye'ye bakacak olursak, egemenlik milletin elindeydi ama hilafetin gücü hala hissediliyordu. 1. TürkiyeBüyükMilletMeclisi devrimci bir meclisti. Bu meclis milletin saltanata karşı isyanını kışkırtmış ve millete egemenlik vermek istemiştir. Pratikte Cumhuriyet vardı ama sistemin ismi resmen Cumhuriyet değildi.(*)
Ekim 1923'te AliFuatBey(Okyar) hükümetinin istifasından sonra, yeni bir hükümet kurma girişimlerinde bulunulunca bir kriz patlak verdi. O zamanki uygulama, bakan adayları belirlendikten sonra üyelerden birinin belirli bir çoğunlukla bakan seçilmesi gerektiğiydi. Çeşitli hesaplar, ayrımlar, geleceğe yönelik siyasi hırslar, son derece hassas olduğu ortaya çıkan ve istenilen çoğunluğa ulaşılamayan bir süreçte sistemi tıkadı.
28 Ekim akşamı Çankaya'da bir akşam yemeği düzenlendi. Daha sonra yemek sırasında Gazi; Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!" dedi. Cumhuriyet, Milletin, Türk Milletinin egemen olduğu yürütme, yasama, ve yargı yetkilerine sahip olduğu bir yönetim şekli. Saltanata karşı Milli Egemenlik tavrı... Bu, birey ve vatandaş için özgürlüğe geçişte en önemli adımdır.
1921 Anayasası, savaş koşullarında oluşturulmuş bir Anayasadır. Ancak bu Anayasaya ve tanımlanan sisteme başka maddeler de eklenmeliydi. Gazi Paşa'nın teklifi doğrultusunda İsmet İnönü bir önerge yapıp Meclis'e sundu. Bu önerge, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ortaya koymaktadır; Yönetim şeklinin halkın kendisinin kaderi üzerinde kendi kaderini tayin etmesine dayandığı söylendi ve ardından "Devletin yönetim biçimi Cumhuriyettir" denildi.
(c) Halifeliğin Kaldırılması(3Mart1924): Hz. Muhammed'in temsilcisine "halife", unvanına ve konumuna ise "halifelik" denir. Halifelik, 1517 yılında Sultan Yavuz Selim zamanından itibaren Osmanlı padişahlarının elindeydi. Örneğin padişahlar dine ve devlet işlerine birlikte karışıyorlardı.
Vahdettin İngiliz himayesinde ülkeden kaçtığında, 1Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Kasım 1922'de aynı soy ağacından gelen Abdülmecit’i halife seçti. Osmanlılar arasında hilafetin kaldırılması hiçbir aydının aklına gelmemişti. Çoğu entelektüelin halifeliğin kuruluşu, şeriatın karakteri ve kanlı maceralar hakkında gerçek bir bilgisi yoktu. Tıpkı Hıristiyanlığın bir "papası" ve bir "patriği" olduğu gibi, “halifelik” de olmalıdır diye düşünüyorlardı. Ayrıca 20 tane var. Ayrıca papalığın ve ataerkilliğin Hıristiyan dünyasındaki etkisinin yüzyıl boyunca büyük ölçüde ortadan kalktığını da bilmiyorlardı.
Kurtuluş Savaşı'nın en ön saflarında yer alan ve Mustafa Kemal'in sağ kolu olan 1Rauf Bey (Orbay) bile hilafete bağlılığını açıkça ilan etmiş ve Mustafa Kemal'e sırt çevirmiştir. Ancak Mustafa Kemal'in fikirleri meclis tarafından kabul edildi ve 431 sayılı kanunla hilafet kaldırıldı. TürkiyeBüyükMilletMeclisi çıkardığı bir kanunla şeriat milletvekilliğini ve islami vakıfları kaldırmış, aynı gün çıkarılan başka bir kanunla da Türkiye'de ilk kez eğitim yuvaları birleştirilmiştir (Tevhid-i Tedrisat).
"Yaşasın Gazi Paşa" sesleri İstanbul sokaklarında yankılanıyor. (*)
(d) Tekke,ZaviyeveTürbelerinKapatılması (30 Kasım 1925): Derviş ve Zaviye tekkeleri, İslam'ın çeşitli dini hareketlerinin toplandığı yerlerden bazılarıydı. Bu hareketlere "tarikat" denir. Tarikat üyeleri Tanrı'ya yaklaşmak için çeşitli düşünme yöntemleri geliştirdiler. Çeşitli meslek birliklerine ve bazı mezheplere üyeydiler. 1Bu nedenle tarikatların ileri gelenlerine büyük saygı duyulur ve adeta localarından yönetilirlerdi. Dervişlerin ve zaviyelerin dükkânları kelimenin tam anlamıyla dini keşif merkezleriydi. İslam dininin ilkeleri mezhepleri kapsamaz. Ancak kült gelişti.
Gerçek laiklikte vatandaşın Tanrı'yı arama şekli bozulmazdı. Ancak derviş ve zaviyelerin dükkânlarında vatandaşların vicdanı baskı altında olduğu için buraların gerçekten laikliği benimsemiş bir devlette olmaması gerekir. Ayrıca Nakşibendi mezhebi gibi dini cemaatler rejim ve devrim aleyhine çalıştı. Şeyh Said'in ve Seyit Rıza’nın isyanı bu provokasyonların sonucuydu. 677 no.lu sayılı Kanun ile bu yerler kapatılmıştır.(*)
“Dostlar, hocalar ve insanlar çok iyi bilirler ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve deliler(meczuplar) ülkesi olamaz. En doğru ve samimi mezhep medeniyet tarikatıdır!”
Kemal Atatürk (*)(Alıntıdır)
2. Hukuk Devrimi: Bir ülkenin hukuk sistemi, o ülkenin yaşam olanaklarını belirler. Hukuk sistemi iyi işlerse, çağının ihtiyaçlarına cevap verirse ve haksızlıklara son verirse güçlü ve sürdürülebilir olacaktır.
Her ülkenin hukuk anlayışı, o ülkedeki devletin kuruluşuyla örtüşmelidir. Devletin dini temellere dayanan hukuk sistemi, dini ilkeleri yansıtmaktadır. Laik bir devletin yasal normları dini ilkelerle ilişkilendirilemez. Hayat bulması, Büyük Türk Devrimi ile olan yeni devletimizin siyasi iki temel taşı Cumhuriyet ve Laikliktir.
a) Eski yasamıza bir bakış: Hayattaki tüm ilişkileri yöneten kurallar "yasalardır". Osmanlı İmparatorluğu'nda bu kurallar doğrudan dinden geliyordu. Her ilişkiyi düzenlemek için öncelikle Kur'an-I Kerim temel alındı. Kur'an'da bu konuda bir hüküm bulunamazsa, Peygamber Efendimiz'in (hadis) sözleri incelenirdi. Bir çözüm bulunamazsa, benzer olayları çözmek için uygun bir yol bulunacaktır. Buna kıyas deniyordu. Eğer bu yol olmasaydı, din alimlerinin üzerinde anlaştıkları çözüme karar verilmiş olacaktı. Buna rıza da denir. Kuran'a uymaları çok önemliydi.
İslam hukuku, özellikle ileri ve medeni bir anlayışla şu noktalarda uyuşmuyordu:
Kadınların kamu yönetiminde hiçbir hakkı yoktur. Özel hayatta da erkek ve kadın arasında çok büyük bir eşitsizlik var. Boşanma hakkı sadece erkeklere tanınıyordu. Miras açısından kız çocukları, erkek çocukların haklarının yarısını elde edebiliyordu. Kadınların ekonomik hayata katılmasına izin verilmedi. Mahkemede tanıkların yerini iki kadın ve bir erkek aldı.
Gayrimüslimlerin kendi dini kanunlarının uygulanmasını talep etme hakları vardı. Osmanlı devletinde hukuk birliği yoktu. II. Mahmut döneminden bu yana, hukuk sistemindeki bu eksikliklerin giderilmesi için çaba sarf edilmiştir. Ceza Kanunu ve Ticaret Kanunu gibi bazı düzenlemeleri kabul etmiştir. İslam hukukunun dağınık kurallarından bazıları bir araya getirilmiştir. Buna "Mecelle" denir.
b) Yeni hukukun ilkeleri: Hukuk sisteminin temel taşı "medeni hukuk(kanun)"tur. kişinin hak ve görevleri, ailenin işleyişi, kuruluşu, ve sona ermesi; Varlık düzenlemesi; insanlar ve nesneler arasındaki her türlü ilişkinin kökeni, devamı ve sonu; Birbirimizle her türlü işi yapmak her zaman bir medeni hukuk meselesidir. Türk vatandaşlarının hayatlarını düzenleyen kapsamlı bir medeni kanun bir an önce hazırlanmalıdır. İki yol vardı: Ya yeni bir yasa hazırlanacaktı ya da gelişmiş ülkelerin yasalarından biri onaylanacaktı.
Bu iki olasılıktan ikincisi seçildi ve İsviçre Medeni Kanunu'nun kabul edilmesine karar verildi. Bu kanun, bir grup uzman tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve 4 Kasım 1926'da yürürlüğe girmiştir. Türk Medeni Kanunu inanılmaz kısa bir sürede ulusal hale geldi. Medreselerde eğitim görmüş hâkimler kademeli olarak görevden alındı. Atatürk, 1925 yılında Ankara'da Hukuk Fakültesi'ni açmıştır. Bu spor salonundan ayrılan avukatlar her zaman yeni hukuk kavramı konusunda eğitildiler. Böylece kısa sürede tüm yasal örgütlenme gençliğin 1ve devrimcilerin eline geçti.
Hukuk devriminin kalbinde yer alan toplumsal cinsiyet eşitliğinde kaydedilen ilerleme tartışılamayacak kadar açıktır. Kentleşme ve sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte Türk kadınları bu eşitliğin getirdiği fırsatlardan daha iyi yararlanacaktır.
3. Eğitim devrimi: Bir ulusun ve güçlü bir toplumsal yapının gelişmesi büyük ölçüde onun eğitimine 1bağlıdır. Bu sebeple devrimci yönetimler, eğitim yapısına büyük önem vermişlerdir. Rejimin devamlılığı ve amacına ulaşması nesillerin eğitimi ile mümkündür.
(a) Eskieğitimsisteminebirbakış: Osmanlı İmparatorluğu'nun eğitim sistemi de diniydi, Tanzimat dönemine kadar devlet vatandaşların eğitimiyle ilgilenmiyordu. Sadece devlet adamlarının yetiştirilmesi için oluşturulmuş bir sarayiçi okul (Enderun) vardı. Ayrıca genç nesil, vakıflara bağlı olan mahalle(semt) okulları vardı. Çocuk bu yerlerde Kur'an-I Kerim okuyup yazmaktan başka bir şey öğrenmedi. Okulun yakınında mezun olanlar isterlerse medreseye giderlerdi.
(b) Eğitim sistemininbirleştirilmesi ve eğitim sistemininkurulması: En önde Atatürk olarak devrimci Türk Genelkurmay Başkanlığı, eğitim sorununun çözülmesiyle, Türk vatanının geleceğinin ancak gerçekleşebileceğini biliyordu. 3 Mart 1924'te ilk adım atıldı ve eğitim birliği(tevhid-i tedrisat) sağlandı. Yakın bir süre içinde medreseler kaldırıldı.
(c) Alfabe devrimi: Eğitim ve Öğretimi zorlaştıran en büyük dezavantaj Türkçenin Arap alfabesi ile yazılmış olmasıydı. İslamiyet'e girişle birlikte Türk dilinin esaslarına uyum sağlamayan bu alfabenin benimsenmesiyle zengin dilimiz bozulmuştur. Türkiye'yi bin yıldır içinde bulunduğu bu çıkmazdan çıkarmak ancak Atatürk'ün eseriydi. 1927'de Atatürk orduya katıldı. Türk dilinin okunması ve yazılması için Latin alfabesi en uyumlu harfleri içeriyordu. Bu alfabe incelendi ve yeni Türkçe harfler belirledi. Atatürk, 9 Ağustos 1928'de Sarayburnu'nda harf devrimini ilan ettiği ünlü konuşmasını yaptı. 1 Ekim 1928'de Yeni Türk Harfleri Kanunu (K.No:1353) yürürlüğe girdi.
(d) Üniversite Reformu: 31 Mayıs 1933'te "İstanbul Üniversitesi'nin Kurulması Hakkında Kanun" kabul edildi. Bu kanunla "Darülfünun" kaldırılmış ve yerine bir "üniversite" oluşturulmuştur. Bu, tüm araştırma ve kültür sorununu çözmez. Ancak Türk biliminin temellerini atmıştır. Bugün ülkemizde onlarca üniversite varsa bunlar Atatürk'ün kurduğu ilk üniversitenin sonucudur. Üniversiteler kolay büyüyen kurumlar değildir. Bir üniversitenin kök salması en az yarım yüzyıl alır. Türk üniversiteleri bu yolda gelişecektir. Üniversite reformu ile Sevgili Atatürk, bizlere gerçek bilginin kapılarını açmıştır. Asıl önemli olan bu.
(e) Tarih ve dil anlayışında değişim: Türk İnkılabı'nın temeli Türk milliyetçiliğine dayanır. Osmanlı Devleti'nin son günlerinde ortaya çıkan Türk hareketi, Atatürk ile birlikte gerçek yolunu bulmuştur.
Türk milleti hemen her dönemde tarihin akışını etkilemiştir. Böylesine geniş ve köklü bir milletin tarih anlayışı Osmanlı döneminde paramparça oldu. Bunu çözmek, Türk milletine hikayesini anlatmak, böyle olmak zorundaydı. Bu amaçla Atatürk, 15 Nisan 1931'de "Türk Tarih Araştırmaları Cemiyeti"ni kurdu. Daha sonra "Türk Tarih Kurumu" adıyla büyük bir bilimsel üne kavuşan bu dernek sayesinde Atatürk, Türkiye'nin geçmişini unutulmaktan kurtarmanın yolunu açmıştır. En önemli değerlerinden biri dil olan bir toplum için düşünmek, dil ile mümkün olan zihinsel bir faaliyettir. Kültür, tüm sonuçlarıyla birlikte bu şekilde yaratılır.
Türkçe, yüzlerce yıldır dilini koruyamamıştır. Fakat düşünceyi yazılı olarak sistematize etmek, kültürel ve bilimsel hayata aktarmak gerekli hale gelince işler değişmek üzereydi. Osmanlı Devletinde yazı ve yazışma dili Osmanlıcaydı. Osmanlı Türkçesi, İslam kültürünün hâkim olduğu Türk anavatanında Türkçe, Arapça ve Farsça ile karışan yapay bir dildi. Medreselerdeki bilimsel dil Arapçaydı ve İslami literatür de İran'ın tarihi köklerine dayanıyordu. Türk düşünürü bu Arapça ve Farsça arasında sıkışıp kalmıştır. Meşrutiyetle Türk dilini arındırma çabaları başladı. Atatürk bu çabalarını yaygınlaştırdı ve 12 Temmuz 1932'de bugünkü adıyla Türk Dil Kurumu olarak bilinen Türk Dili Tetkikleri Cemiyeti'ni kurdu. Günümüzde Türkçe, bir kültür ve bilim dili haline gelmiştir. Bu, devrimin önemli sonuçlarından biridir.
4. Ekonomik Devrim: Bu tema, 1929öncesi vesonrası ekonomik bir durum olarak devletçilik bölümünde ele alınmaktadır.
5. Diğer devrimler: Devrimin popüler seyrinin bir parçası olarak, radikal değişimi hızlandırmak için başka önlemler alındı.
a) Geleneksel kıyafetlerin devrimi: Osmanlı ülkesi vatandaşları gelenekleriyle tamamen karışık bir görünüme sahipti. Sayıları yüzbinleri bulan Müslüman ve Hıristiyan din adamları cübbe ve sarıklarla dolaşıyordu. Birçok sivil şalvar ve potur iğnesi taktı. Ancak çoğu erkeğin kafasında bulundu. İlk bakışta milletin kıyafetine müdahale etmek kınanacak bir şey gibi görünebilir ama laik bir devlette yaşayan vatandaşların "dini" kıyafetlerle dolaşması bir çelişkiydi. Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk de dahil olmak üzere kalpakları getirdiler. Kalpak, Kurtuluş Savaşı'nın sembolü haline geldi.
M.K. Atatürk, Ağustos 1925'te Kastamonu’ya bir gezi yaptı. 25 Ağustos'ta Kastamonu'ya vardı. Kastamonu muhafazakâr olmasıyla bilinirdi. Atatürk, halkı ,başında şapka ile selamladı. Halk coşkuyla tepki gösterdi ve fesi çöpe attı. Atatürk'ün girişimi başarılı olunca 25 Kasım 1925'te "Şapka Giyme Kanunu" çıkarıldı.
Atatürk, Türk kadınlarının ortaçağ kıyafetleriyle dolaşmasını Türk varlığına büyük bir küçümseme olarak görüyordu. Aslında İslamiyet'ten önce Türk kadını öcü gibi yürümez, her alanda kocasının yanındaydı. Kadınlarımız haklarına kavuştuklarında modern ve onurlu giyinerek kocalarının yanında oturacaklar.
b) Soyadı kanunu: 1934yılına kadarTürklerin soyadı yoktu. 1934 kanunu ile Türklerin kendi soyadlarından başka bir soyadı kullanmaları zorunlu hale gelmiştir. Atatürk, soyadını milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden almıştır. 2258sayılı kanunla Mustafa Kemal Paşa, ATATÜRK soyadını almıştır. Aynı yıl Osmanlı toplum yapısını hafızalarda canlandıran unvanlar kaldırıldı.
(c) Ölçümlerin değiştirilmesi: 1926 tarihli 698 sayılı Kanun, 1931'de ölçümlerin zamanını, ağırlığını ve süresini dünya çapında kullanılan modern ölçümlerle değiştirdi.
Yararlanılan Kaynaklar:
(*) Arapça "Millet" kelimesi yerine Türkçe "Ulus" kelimesini kullanan ve eski "Hakimiyet-i Milliye" gazetesinin adını "Ulus" olarak değiştiren M.K. Atatürk'tür.
(*) Prof.Dr. Afet İnan, Sivil Bilgiler ve Kemal Atatürk'ün Yazmaları, s. 424-426.
(*) Hacı ANGI, Atatürk İlkeleri ve İnkılap, Angı Yayınları, 3. baskı, Ankara-1983.
(*) Prof. Dr. Hikmet BAYUR, Kemalizm Nedir?, Varlık-İstanbul Yayınları 1965, ikinci basım, s. 173-178.
(*) Prof.Dr.Hamza Eroğlu, Kemalizm, (Olgaç Drukkerij - 1981), ss.99-100
(*) M.K.Atatürk, Söylevler ve Açıklamalar, c.1, s.412
(*) M.K. Atatürk, Konuşmalar ve Açıklamalar, Ağustos-1925, c.2, sayfa 191.
(*) Prof.Dr.İsmet Giritli, Kemalizm: "Pragmatik-Demokratik" Modernleşme İdeolojisi, 03.06.1981 Milliyet Dergisi, s.2
(*) Prof. Dr. Kemal ARI, Türk İnkılap Tarihi 2., Zeus Buchhandlung 2013, s. 79-84.
(*) Ercüment Demirer, L'abolição du califat, giornale Cumhuriyet, 01.02.1982, s. 2.
(*) T.C. Cumhurbaşkanlığı Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi, İnkılap Tarihi, Basın Servisi, ANKARA-1971, S. 141-142. Değerlendirmeler (14) Atatürk'ün Kastamonu'ya Hitabı, 130. Ağustos 1925
Ekli dosyalar
Son düzenleme: